Eden Bulacaktır

Çocukluğumuzda  gazetelerin köşe yazılarını okurken bazı gazetelerin köşelerinde , ”Yazarımız izinde/tatilde  olduğu için yazılarına bir süre ara vermiştir.”cümlesine hep takılmışımdır. Bizimkisi öyle olmasa da iş yoğunluğu, yorgunluk, biraz da ortamın nezaketsizliğinden 10 gündür köşe yazısı yazmaya ara vermiştim. Daha doğrusu bu süreçte söyleyeceklerinizin, yazacaklarımızın  okurlarınız nezdinde tam anlamıyla karşılık bulamayacağı endişesini taşıdığımdan olsa gerek köşe yazısı yazmadım.
 *
Bizi bitiren ,bizi başarısızlığa iten en önemli şey kendi içimizdeki ihanetlerimizdir.Baltayı bedeninde hisseden ağacın, ‘üzüldüğüm beni kesenin sapının benden olmasıdır’ serzenişi çok haklı bir serzeniştir. Olaya daha geniş perspektiften bakarsak ve örnekleri çeşitlendirirsek olayı daha iyi izah etmiş oluruz. Mesleklerin itibar suikastına uğraması meslek sahiplerinin yanlış uygulamalarındandır. Örneğin kendisini gazeteci diye ortaya koyan insanların gazetecilik namına yaptıkları yanlışlar bizatihi gazeteciliğin itibarını ve amacını öldürdüğünü görüyoruz. Gazetecilik gücünü kullanarak iş görmeyi, adeta aba altından sopa göstermeyi marifet sayanların kazançları kurumsal ihanetten başka bir şey değildir. İki fotoğraf çekip onu haberleştirmeden aciz insanların bir cümle ile gündem oluşturma gayretleri ne gazetecilik kurumunu ne de kendilerini yüceltir sadece kendilerine ve gazetecilik kurumuna  itibar kaybettirir.
 *
Topluma hizmet aşkıyla yola çıkan siyasilerin en büyük düşmanı yine doymak bilmez, çıkarları için en yakınındakini bile harcamakta bir beis görmeyen siyasilerdir. Toplum siyasilerden  hizmet beklerken, önünün açılmasını, yarınlarına daha güvenli ve mutlu olmayı arzularken halka sırtını dönen; makam, mevki, çıkar elde ettikçe beslendiği toplumdan kopan siyasiler gerek topluma, gerekse ait olduğu siyaset kurumuna kaybettiriyor. İlk günkü heyecan ve amaç yok oluyor, seçimlere odaklı bir muhabbet anlayışına dönüşüyor muhabbet. Böylece toplumun siyasetçiye ve dolayısıyla geleceğe dair önünün açacak siyasete güveni yok oluyor. Toplumsal kısır döngü ile gelecekten beklenti ve umutlar yok oluyor.
 *
Eğitim en başta gelen meselemizdir. O nedenle “eğitim şart” sözü adeta dillere pelesenk olmuş. En alt biriminden en üst birimine kadar özveriyle, sevgi ve aşk ile çalışılacak kurumdur eğitim kurumu. Görevini layıkıyla yapmayan, yapar gibi yapan öğretmenlerin ülkeye katacakları sadece geleceğe dair karanlıklardır. Öğretmen idareciyi;  idareci öğretmeni suçlayarak yol almaya çalışılması toplumsal kısır döngüye sebep oluyor. Bana bir şey olmasın, benim işim görülsün, şu kuruma ben ya da benim işlerimi en iyi görecekler idareci olsun veya maaşım biraz daha atsın diye idareci yapılan idarecilikle bir işi olmayanların yol açacakları faciaların vebali nasıl ödenecek? Bizim camiamızın, bizim cemaatimizin, bizim sendikamızın, bizim akrabamızın adamı olsun da eğitim ölsün diyenlerin sadece bugünü değil geleceği de öldürdüklerini düşünemiyor muyuz?
 *
İmamlık; toplumun önderi olmak,  topluma rehber olmak ve dini bakımdan toplumun eğiticisi olmak bakımından hayati  önem arz ediyor. Lakin böyle önemli bir kurumun temsilcileri olan imamlar kendilerine verilen bu kutsal görevi ve temsil ettiği otoriteye yaptıkları işlerle halel getirdiğinin farkında bile değiller.   İmamlıktan başka; müteahhit oldular, tüccar oldular, yarıcı oldular, paraya karşı dünyevileşip gerçek görevlerinden uzaklaşıp kıyamet alameti oldu imamlar. Bu, dine ve dindarlığa büyük zarar verdi, veriyor. Onun için İslam’a en büyük zarar Müslümanlar tarafından geliyor. Halbuki bırakın imamları her Müslüman örnek olmakla mükelleftir.
 *
Alış verişinde sadece kârını düşünen; esnafın, tüccarın, sanayicinin tutum ve davranışları sayesinde toplumun genelinde bir güvensizlik ve itibarsızlık oluşması yine kurumların kendilerine yaptıkları en büyük kötülüktür. Hammaddesinden çalan, vergi konusunda gelirlerine şehir turu attırıp kazancını düşük gösteren, işçisine hakkını eksik veren sanayici, stokçuluk yapıp zamlarla piyasaya mal süren, maliyetlerin arttığını bahane edip yaptığı zamlarla vatandaşın elini kolunu bağlayan tüccar kendi ayağına sıktığını görmüyor mu? Komşuna selam vermeyen, yeri geldi kötüleyen, müşterisini yolunacak tavuk gören, ona tepeden bakan esnafın hali çok mu iyidir?
 *
Ürettiği ürünü kuralına uygun toplamayan, satabildiği sürece her türlü hile ve hurdaya başvuran çiftçi kendi ürününün katili oluyor da farkında değil. Çeşitli bahanelerle ürününün kalitesini aşağılara çeken çiftçi haklı olduğu yerde yaptığı yanlışlarla haksız duruma düşmeyi de anlamıyor. Elbette ürün elinden çıkıp, değeri yerlerde sürüldüğünde anlayacak ama o da iş işten geçince.
*
Kurumların, kuruluşların itibarını artıracak olan da onları değersizleştirecek olan da onların temsilcileridir. Herkes sahip olduğu kurumun, kuruluşun, teşkilatın misyonundan sorumludur. Bizim sözümüz topyekün olarak kurumları zan altına bırakmak değil kurumların altını oyan, onlara itibar suikastı yapanlaradır.Acaba anlatabildikmi.

YORUM EKLE