Çaycuma tüm ülkede takdir görüyor

Çaycuma tüm ülkede takdir görüyor

Çaycuma tüm ülkede takdir görüyor

Eski milletvekili, Yazar Kemal Anadol, ‘Kulağım Karadeniz’de’ adlı kitabının imza gününde okurlarıyla bir araya geldi. Anadol yaptığı konuşmada, “15 gün evvel Kırklareli’nde festivaldeydim, oralarda bile Çaycuma Belediye Başkanımızın takdirle anıldığı görmekten mutluluk duydum” dedi.

Çaycuma Belediyesi ve Zonguldak Kültür Eğitim Vakfı (ZOKEV) işbirliğinde gerçekleştirilen imza gününde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde önce Zonguldak’ı, sonra da İzmir’i uzun yıllar temsil eden yazar Kemal Anadol okurlarıyla buluştu. Çaycuma Belediyesi SEKA Sosyal Tesisleri’nde düzenlenen söyleşi ve imza gününe, Belediye Başkanı Bülent Kantarcı, Zonguldak eski Milletvekili Ali İhsan Köktürk, CHP İlçe Başkanı Tuncay Akyol, Çaycuma Kent Konseyi Başkanı Berna Çimsalan Özyurt, bazı belediye meclis üyeleri, Yurtbay Yem Fabrikası Müdürü Emin Kumkumoğlu ve vatandaşlar katıldı. Anadol Çaycuma’dan övgüyle söz ederek, “En son buraya ‘Filmi geriye sarınca’ adlı kitabımın imzası nedeniyle gelmiştim. Farklı dönemlerde Çaycuma’ya gelen insanım. Çaycuma’yı hızlandırılmış bir film sürati içinde gelişmiş olarak görmekten son derece mutlu oldum. Ve gittiğim yerlerde örneğin; 15 gün evvel belediye başkanımızın davetlisi olarak Kırklareli’nde festivaldeydim, oralarda bile Çaycuma Belediye Başkanımızın takdirle anıldığı görmekten mutluluk duydum” dedi

BİRÇOK KAHRAMANLIK ÖYKÜSÜ VAR

Moderatörlüğünü ZOKEV Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Öztürk’ün yaptığı söyleşide konuşan Kemal Anadol, “Efsaneleşmiş, gerçek, bir takım olaylar Kurtuluş Savaşı ile ilgili anılar gazetelerde yazılmış, makaleler,  hepsinde özellikle İnebolu-Kastamonu arasında cephane taşımacılığıyla ilgili çok zengin anekdotlar var. Ve Türk kadınını oradaki özverisini gözlerimiz yaşararak izliyoruz, dinliyoruz. İki tane örnek vereyim. Bir tanesi kar yağmaktadır. Bütün bölge karlar altındadır. İnebolu’dan Kastamonu’ya giden kağnı konvoyları içerisinde silah, cephane, savaş malzemesi vardır. Orada birinci meclisin milletvekillerinden de görevli olarak oralarda dolaşıyor. Gözüne çarpan şu: Kocası ya cephede, ya şehit olmuş bir kadın kağnılarla mermi ve silah taşıyor. Çok şiddetli kar yağıyor. Kadın battaniye, yorgan artık çocuğun üstüne ne örttüyse üzerinden onu alıyor ve silahların, savaş malzemesinin üstüne koyuyor. ‘Niye böyle yapıyorsun bacım’ diye soruyor. O da ‘Millet malıdır o benim çocuğumdan daha önemli’ diyor. Hepimiz bunu biliriz. Bir başkası, Şerife bacının acıklı ve çok önemli öyküsü. Şerife bacının da eşi cephede şehittir. İnebolu’dan yüklediği silahları, cephaneyi, gecenin soğuğundan da geçerek Kastamonu’da kışlaya götürecektir. Kışlanın kapısında soğukta durur ama teslim edemeden ölür, soğuktan donmuştur. Anıtı var Kastamonu’da Şerife bacının. Bunun gibi öyküler çok” dedi.

HOLLYWOOD YAPIMCILARININ ELİNDE OLSA 300 TANE FİLM ÇEKİLİRDİ

Bu öyküleri dinleyen, okuyan, filmini izleyen, kimsenin aklına; ‘Peki, İnebolu’ya bu silahlar nereden getirildi. Kim getirdi, ne zaman geldi’ sorusun gelmediğini söyleyen Anadol, “Oysa orada bir başka gerçek var. Üstü örtülmüş. Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’a gelen İngilizler ve diğer yabancı güçler, bütün silahlara el koydukları gibi donanmaya da el koydular. Osmanlı Deniz Kuvvetlerinin 2 bin tane kadrolu zabiti var. Bu 2 bin zabitin içinden 233 tanesi ulusal bağımsızlık için, özgürlük için maceraya atılırcasına, çoluk çocuğunu İstanbul’da bırakarak, ne olacağı belli olmayan, sonucu bilinmeyen Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Ankara’ya, İnebolu’ya geliyor. 5 tonun üstünde 28 tekneden oluşan Kuvayı Milliye’ye uydurma, bugünün tabiriyle çakma bir donanma kurarak hizmet etmeye başlıyorlar. Bu 28 teknenin toplam taşıma gücü 7 bin 800 ton. 7 bin 800 ton taşıma gücü olan bu 28 tekne 300 bin ton silah, cephane ve savaş malzemesi taşıyor. Bu mucize. Bu olaylar, orada geçen hikâyeler, Hollywood yapımcılarının elinde olsa şimdiye kadar 300 tane film çevirirlerdi. Ama biz bu konuda hiçbir bilgiye sahip değiliz. Anlatıyoruz, kahraman kadınların hikayelerini, dramatik olayları ama bu olaydan, deniz mücadelesinden haberimiz yok. Onun için Mustafa Kemal Paşa’da zaferden hemen sonra o günleri anarken: ‘Gözüm Sakarya’da Dumlupınar’daydı. Kulağım Karadeniz’de İnebolu’daydı’ diyor” dedi.

DEVLETE, ORDUYA DENİZE SIRTINI DÖNMÜŞ BİR KARACI KÜLTÜR EGEMEN

Bu kadar önemli ve tarihe geçecek olayın niye böyle gizli kaldığı üzerine fikrini de söyleyen Anadol, “Aslında bir sır değil. Ama tarihin perdesi örtülmüş üstüne veya külleri altında kalmış. Bence bu ilginç bir tespit, saptama. Bizim ilkokul müfredatında eskiden Yurttaşlık Bilgisi vardı, şimdi ne var bilmiyorum. Liselerde İnkılap Tarihi dersleri var. Bir de her üniversitede Atatürk İlke ve İnkılapları Enstitüleri var. Başında doçentler, profesörler var. Ve o yazılı resmi tarihte de yok bunlar, rastlamıyoruz. Neden böyle: Kendime göre birinci sebebi, soğuk savaş. Özellikle Türkiye NATO’ya girdikten ve soğuk savaş başladıktan sonra bunlar propaganda vesilesi olur diye konuşulması bile fiilen yasak. Şu tespit doğrudur: Eğer Sovyetler Birliği’nden gelen yardım olmasaydı Kurtuluş Savaşı kazanılamazdı. Buna hiç kimsenin itirazı yok. İkinci sebebi de, Balyoz davasında, diğer davalarda tanık olduk ki devlete ve orduya denize sırtını görmüş karacı kültürü egemen. O yetişmesi çok zor birçok yurtsever amiralin, albayın, subayın, astsubayın Fetullah Gülen’in hakimlerine, savcılarına böyle teslim edilmesinin nedeni de bu. Olayları görüyoruz. Bu karacı kültür Türkiye’den, devletimizden, ordumuzdan, ekonomimizden, deniz ticaretimizden biran önce gitmeli. Türkiye denizcileştirilmelidir” dedi.

ANKARA’NIN DİPLOMATİK OLARAK TANINMASINI SAĞLAYAN İLK OLAY ALEMDAR’DIR

Anadol konuşmasının son bölümünde Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan tek deniz zaferi olan Alemdar Gemisi alayına da yer vererek, şöyle tamamladı: “Kuvayı Milliyeciler Alemdar’ı İstanbul’dan kaçırıyorlar. Gemi yolda yakalanıp Ereğli’de hapsediliyor. Bu aynı zamanda Kurtuluş Savaşının ilk deniz savaşıdır. Fransız gambotu -ki bizim Yavuz gemimiz ayarında büyük savaş gemisi- ‘Yüzbaşıyı ve altı eri vermezseniz Ereğli’yi topa tutarım’ diyor. Mustafa Kemal’e telsizle bildiriyorlar. Dayanabildiğiniz kadar dayanın diyor. Onlar da direniyor, hatta şehri yakın köylere taşıyorlar. Sonunda Zonguldak Mutasarrıfı Ankara Hükümeti adına anlaşma imzalıyor Fransızlarla. Diplomaside ‘dolaylı tanıma’ diye bir kavram var. Fransızlar Ankara hükümeti ile yaptıkları bu anlaşma ile bir biçimde Ankara hükümetini tanımış oluyor. Yine soğuk savaşın etkisiyle hiç yazılmayan şeyler var. Bakü’de Sovyet rejimi özellikle İngiltere ve Almanya’da devrim bekliyorlar. Kendi anlayışları içinde bütün dünya sosyalist olacak ve dünyaya barış gelecek. Almanya’da Spartaküs hareketi başarılı olamıyor, İngiltere’de devrim gerçekleşmiyor, bu kez gözlerini İngiltere’nin doğudaki sömürgelerine çeviriyorlar. Burada Hindistan, İran var. Dolayısı ile Doğu Halkları Kurultayı’nı topluyorlar. Bu arada Enver Paşa’yı da yanlarına alıyorlar. Doğu Halkları Kurultayı nedeniyle İngiliz sömürgelerinde ayaklanma çıkacak, eski sömürge rejimleri yıkılacak. Stratejiyi batıdan doğuya kaydırıyorlar. O arada Bakü’den Mustafa Suphi Anadolu’ya geçerek Türkiye Komünist Partisi’ni kuruyor. Zonguldak’tan iki, Ereğli’den bir kişi olmak üzere Bakü’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı delegesi hem de TKP’nin Bakü’de toplanan birinci kongresinin delegesi. Ben onların belgeleri ve konuşmaları üzerinden bu romanı kurgulayarak yazdım.”

Güncelleme Tarihi: 29 Eylül 2018, 10:09
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER